Merhaba

Yaşadıkça birikti, yaşadıkça birikti, doldu, taştı. Ben de tüm bunları yazdım. Bu sefer de yazdıklarım birikti, doldu, taştı. Taştıkça paylaşmayı çare gördüm. Benim çarem okuyuculara dert olur mu bilmem ama yıllardır yazılanların hepsi burada. Biraz siyasi, biraz felsefi, biraz da insani. Bir hayli de Zeynep'ten.


Afiyet olsun








1 Mart 2012 Perşembe

Santimlerle yaşıyoruz... (24 temmuz 2010)

İnsanın modellenmesinden ve bir takım standartlar geliştirilerek ölçülerle tanımlanmasından tiksiniyorum artık. Irkçılığın ve faşizmin, başka yol bulamayınca “estetik felsefesini” kullanması çok acı verici. Bir zamanlar kafatası ölçülerinin canlara kıydığını unutan insanlık; şimdi bel, göt, omuz, leğen kemiği ya da kaval kemiği ölçüleriyle kafasını bozmuş, bu uğurda ticareti de kullanarak hem faşizm egosunu tatmin ediyor hem de cebini dolduruyor. Bir de insanları mutsuz ediyor, suratı, kaşı, gözü ve saçı aynı ucube insanları yaratmaya devam ediyor.

İki dost bir araya gelemiyoruz, ilk selamlaşmadan sonra anında “diyetteyim” duvarı karşıma çıkıyor. Yok “kahve içmem”, yok “yemek yemem”, yok “onda şeker bunda yağ var”, bilmem ne, bilmem ne. Ya da “ay ne güzel kilo vermişsin şekerim HARİKA olmuşsun” veyahut “Bu ne hal şişmanlamışsın, kıçın başın ayrı yere gidiyor” replikleri.

Düşünebiliyor musunuz, insanlık nerelere gidiyor... Yolumuz üzerinde binlerce kafa yoracak konu varken, ilk iki saati kilolara ve diyetlere harcıyor, kalan zamanda da iki kuru laf edemeden ayrılıyoruz.

Bu akımdan ben de nasibimi aldım ve “kilo”, “diyet”, “benim beden ölçülerim”, ayakkabı numaram veya yediklerim üzerine konuşacağım insanlarla buluşmamaya çabalıyor, hatta mümkünse ajandamdan bunları çıkartmakla uğraşıyorum.

Tabii şimdi konu karışacak diye hemen ekliyorum ki; sağlıklı beslenme, gıda üzerine dönen oyunlar, beslenmemiz üzerinde bir dünya olumsuz etkilere yol açacak insani ve dünyevi sorunları tartışmak, bunlara kafa yormak konularını yukarıdaki paragraflara dahil etmiyorum.

İki laf etmeden de satırlardan ayrılmıyorum. Bu tamamen benim kendi yaşadıklarım ve yine konunun uzmanlarından (şarlatan değil uzman) öğrendiklerimle birleştirdiğim deneyimlerimden çıkmış sonuçlardır.

21’inci yüzyıl insanı ne yazık ki geçmişimiz ve kültürümüzden gelen ve binlerce yıl yanımızda taşıdığımız “beslenme şekli” için artık uygun değil. Dağda odun kesen, derede çamaşır yıkayan, tarlada saban çeken, orak sallayan, her yere yürüyerek gitmek zorunda olan atalarımızdan farklıyız. Bulaşık bile yıkamıyoruz, televizyonun sesini açmak için dahi yerimizden kalkmıyoruz. Demek ki fazla yakıta ihtiyacımız yok, rölantide olmak bize yetiyor. Bunu kabul edelim artık. Kısacası, ne helvalara, lokmalara, ne bol yağlı pidelere, mıhlamalara, hamur işlerine, ne gömlek pilavlarına, bumbar dolmalarına ne de ağdalı şekerli tatlılara, bardak bardak pekmezlere, tahinlere ihtiyacımız var. Yukarıda yaptığımız işleri yapmaya kalktığımız an bunları da afiyetle yiyebiliriz hiç sakınca yok. Bu arada soğukla da işimiz kalmadı, sıcakla da, Yani metabolizmamızın ilaveten çalışma yapması için şartlar her türlü yok edilmiş durumda. Bunları yemiyoruz! Ya da kırk yılda bir yad etmek için, o da bulunca birer lokma, birer yudum, özlem gidermek adına tüketebiliyoruz.

Onun dışında adam gibi yemeğimizi yiyoruz. Yok efendim saat 11.00 da 1 porsiyon meyve (2 kayısı veya yarım elma!) yok ikindide 2 kıytırık kraker gibi saçmalıklara da esir olmuyoruz. Efendim neymiş, şekerimiz düşüyormuş da onu hemen eski seviyesine çekecek mişiz. Vallahi ben yarım elma yediğim zaman sinirden hem şekerim düşüyor hem tansiyonum. Aklı başında olan insan bir oturuşta bir kase kayısıyı (7-8 tane) ya da koca bir elmayı dişleyerek yer, o saatleri keyif ve mutlulukla atlatır. Yine sabah koca dilim (yaklaşık 50gr) ağır çeken kara ekmeğini, peyniri zeytini, domatesi, biberi ve maydanozu ile yer, çayını da bir güzel içer, öğlene kadar turp gibi gezer. Ana öğünlerde (bu lafa sinir oluyorum ama neyse) öyle tatlısına kadar üç-dört çeşit değil, güzel bir sebze yemeği veya et, tavuk ya da balığıyla karnını doyurur, illaki başka çeşit istiyorsa azıcık pilav, makarna ya da salata, yoğurt ile yardım alır ve bir güzel doyar. Akşam olayı en önemli nokta. Yok öyle kat kat yemek. İçki de içiyorsan, alem de yapıyorsan, sadece ekmek-peynir boyutunda kal, hafif şeyler atıştırarak demini al. Zaten her Allah’ın günü içmiyorsan onu da özlem giderme zamanı olarak düşünür ve hakkını vererek yer, içersin.

Televizyon mu izliyorsun ya da birşeyler mi okuyorsun. İşte meyveni o zaman yersin, bir avuç fındık, fıstık, bademini ağzına o zamanlar atarsın, çok mu canın çekti, bir küçük çikolatayı keyifle o zaman midene indirirsin.

Kasma yani kendini rahat ol. Sayma lokmalarını, uğraşma belinin santimleri ile, kıçın büyük olsun boşver, büyük kıçlı, göbekli güzel bir insan ol. Ol ama GÜZEL İNSAN ol... sunta gibi saçmalıkları yeme, o suntaların senin vücuduna soktuğu zararlıların hiç biri ekmekte yok. Şeker ve yağ içeren ve de diyet diye satılan tahtaları yiyeceğine ekmek ye, peksimet ye, kendi yaptığın kurabiyeni ye. Ye oğlu ye. Yemeklerini kendin pişir zaten, hazır, sentetik şeylerden medet umma, onlarla fil gibi şişme. Yemeyerek zayıf olup azıcık sonra hastalıklarla boğuşacağına, yiyerek zayıf ol. Evinin işini kendin yap, yürümeyi öğren, çarşıya, pazara yürüyerek git. Çocuklarınla oyna, zıpla, suyunu ayağına isteme, kalk kendin iç. Paket olma insan ol. Maymun olma, kişilik ol. Bırak santimlerle mühendisler, terziler, ameleler uğraşsın. Sen yine de hep güzel ol. Güzel ol, güzel ol.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder