Merhaba

Yaşadıkça birikti, yaşadıkça birikti, doldu, taştı. Ben de tüm bunları yazdım. Bu sefer de yazdıklarım birikti, doldu, taştı. Taştıkça paylaşmayı çare gördüm. Benim çarem okuyuculara dert olur mu bilmem ama yıllardır yazılanların hepsi burada. Biraz siyasi, biraz felsefi, biraz da insani. Bir hayli de Zeynep'ten.


Afiyet olsun








6 Temmuz 2020 Pazartesi

Zamanda Yolculuk (6 temmuz 2020)


Çocukken, 5, 6, 8 yaşlarındayken bayramlarda mutlaka Fatih, Nişantaşı, Kadıköy’deki akraba ve eski komşularımızı ziyarete giderdik. İzmit’ten kalkıp gelirdik. Annem ile babamın ilk gençliklerini hatta çocukluklarını bilen komşular, kendi arkadaşları, büyükler, çok büyükler hepsi gezilirdi. 1973, 1974, 1978 gibi diyeyim o yıllara… o zaman yaşlı kabul edilen çiftler 1920’li yıllarda evlenmiş, en genci 1940’larda diyelim. Evler İstanbul’un Osmanlı zamanından kalma düzeninde eski yapılar ya da cumhuriyetin ilk mimari harikaları olarak modernleşmiş evleri… salon salomanje denen sofası kocaman, mutfakları minik, iki bölümü birbirinden ayıran kocaman Fransız kapılar ve hep o kapıları çepeçevre saran saksıdaki sarmaşıklar bu evlerin başlıca özelliğiydi. Nasıl özlem duyulmaz ki…  Kendine özgü kokan ki bu genelde ahşap, reçine, yağlıboya kokusu olurdu; bu evlerin oturma bölümündeki  sehpaların birinde mutlaka kuşkonmaz bulunurdu.. Yaşıtlarım az çok anlamıştır umarım… yaşıtlarım derken, 50, 52, 55 hatta 60 diyelim.


Mutlaka yemek yenir, yemekte ise mutlaka köfte, patates, pilav, zeytinyağlı dolma veya fasulye, yazsa mutlaka patlıcan kızartması, mis kokulu söğüş doğranmış domatesler olurdu. Çoban salata evet maydanozsuz çoban salata (ki maydanoz olmaz zaten). Küçüklere limonata ya da vişne şerbeti, büyüklere ise aslan sütü, buz, su, benim gibi ara nağmelere de duruma göre küçük bardakta bira düşerdi (laf olsun diye, gazozcuydum ben aslında ve birayı hiç sevmem). Kavun, karpuz, meyveli muhallebiler, keşkül, meyve salatası gibi yaz tatları hiç unutulacak gibi değil. İşte o evlerde el işi masif mobilyalar, tonet sandalyeler, nedense küçük dört bacaklı masif masalar, sehpaların üzerinde dantel örtüler, goblen yastıklar, duvarlarda ünlü ressamların reprodüksiyon tabloları güneşten solmuş ama asla atmaya kıyılamamış o resimler, koyu yeşil ya da bordo kadife döşemeler hiç aklımdan çıkmaz. Her evin olmazsa olmazı bir kafes ve içinde yaşayan saka kuşu, eskiden hep saka beslenirdi öyle muhabbet kuşu bol değildi. Türk filmlerinde hep görürüz o manzarayı, dikkat ediniz mutlaka. Uşak ya da Isparta el dokuması halılar, ah o çiçek desenli kaba tüylü halılar. Yerler tahta, döşeme gıcırdar durur hep yürürken.

Niye mi anlatıyorum. Üç gün önce Kuzguncuk’ta İcadiye Caddesi’nin yukarılarında (ki orada halamın kızı yıllarca oturmuştur) bir eskicinin kapı önüne koyduğu bordo kadife döşemeli kanepe, gözbebeğimden içeriye ışık hızında girdi. Koltuğu görünce yukarıda yazdıklarım beynimin içinden geçti tek tek… Hemen yukarıda manevra yapıp geri döndüm dükkanın hizasında durdum. İnip baktım kanepeye sonra babam ve annem de indiler arabadan. Kanepe öylece zaman makinesi gibi duruyordu. Evet resmen zaman makinesi. 1970’li yılların eski çiftlerinin evlerinden çıkmış gelmiş bir kanepe. En az 60 senelik belki de 70! Ertesi gün gidip aldık mucizeyi, iki saat sonra evimizdeydi. Ben hemen sildim temizledim (kir bile çıkmadı enteresan!)
Evdeki kanepeyi de adama verdim, ondan da kurtuldum. Şimdi hepimiz çok mutluyuz, ben çocukluğumda yaşıyorum, hapis günlerinde yapacak bir şey yok… en güzeli fiziksel yolculuklar yapamayınca, ruhsal yolculuklara çıkmak, zamanda yolculuk mümkün, bunun için ruhun ve zihnin sana yeter. Kimse sizi hapsedemez, özgürlük fiziksel değil beyne aittir ve ruhsaldır. 

ÖZGÜR olun ÖZGÜR’leşin.