Dayımın bir köpeği vardı. Adı “Malibu”. Son derece dindar
bir adam olan dayım köpeğine içki ismi verebilmişti, zaten Malibu'nun annesi de “Tekila”
idi. Dayım, İTÜ İnşaat’tan dereceyle mezun olmuş, yıllarca Almanya’da
mühendislik yapmış, üç dil bilen, dünyanın en dürüst, yalansız, temiz kalpli
adamıdır. Her yıl orucunu tutar, Cuma namazlarını asla kaçırmaz, Kur’an-ı
Kerim’in hem Türkçe, hem Almanca tercümelerini okumuş, hatta bir çok bölümünü
de ezbere bilen, muhakemesi ile hurafeye asla taviz vermeyerek, en doğru ve katıksız
şekliyle etrafına da aktaran biridir. Benim için örnek bir müslümandır, kalben
inanır, Allah’a tapar, ortalıkta ne kadar bezirgan varsa da alayına kalayı
basar. Neyse bu dayımın köpeği Tekila’ya dönelim.
Tekila dişiydi, dünyanın en kaprisli, en huysuz, en oynak
dişilerinden biri. Terier cinsiydi ve cüceydi, el kadar bir gövdesi, boncuk
gözleri ile sevimli bir yosmaydı. Bu Tekila, sağda solda ne kadar kedi, köpek
varsa hepsine çemkirirdi. Alman kurtları, dobermanlar, buldog.lar hepsi
nasibini alır, bu cüce, zıp zıp zıplayarak onlara saldırırdı. Büyük köpekler
bazen hiç aldırmaz güler geçerlerdi, bazen onlar da azardı ve Tekila’yı
ellerinden kaçırmak, kurtarmak pek güç olurdu. Hele kediler, onlara da
dayılanırdı. Kedi bu, daha farklı tabii. Çakardı pençeyi suratına ve bizim
Tekila hastanelik olurdu. Kaç defa bu sebeple ölümden döndü salak.