(*) Başlık çok sevgili Yarımca’lı arkadaşım Bahar Yavuz Tunç’a aittir, kendisi de yaşayan bir melektir, bana göre tanıdığım en mükemmel amatör fotoğraf sanatçısı ve ressamdır.
Gelelim asıl meseleye.
Bu kez ufaklığın ailesini arama işi hasıl oldu, önce aldım
bunu, eve çıkarttım balkona yerleştirdim sonra da hemen yakınımdaki parktaki
kedi evlerini turladım, parkın müdavimi kedi severleri aradım, yağmur
olduğundan ortada yoklardı ama onlarca yavruya gereken bakım yapılmıştı. Eve
döndüm bizim ufaklığı sarıp sarmalayıp parktaki en güvenli ve şık kedi evine
bıraktım; Allah’a emanet dedim, doğanın gidişatına daha fazla müdahale etmeyi
istemedim. İki ay oldu umarım hayattadır, hiç aklımdan çıkmadı.
Burası gerçek hikayemin ilk bölümü.
Geçtiğimiz hafta dışarı çıktım on metre yürüdüm yürümedim
yan binanın bahçe duvarının üstünde bir telefon duruyor. Civarda da kimse yok,
telefonu aldım evirdim çevirdim açamadım. Cihaz iphone. Biri telefon eder
nasılsa açar konuşurum sahibine ulaşırım derken şarjının olup olmadığı aklıma
geldi, ben beklerken ya şarjı biterse telefonu hayatta açamam diye düşünüp
evimize en yakın telefoncuya gittim. Hemen şarja taktı aleti, sağını solunu
kurcaladı, ben iphone kullanmadığım için fazla bir şey anlamıyorum, kullanıcı
olarak berbatım, dükkan sahibi esnaf arkadaş “Ablacım biz böyle kaç telefonu
sahibine ulaştırdık bu dursun burada nasılsa biri arar ben gerekeni yaparım”
dedi. Benden telefon numaramı da istedi, biz böyle gevezelik ederken telefon
çaldı, ekranda ANNEANNEM yazısı belirdi, “oh be çok şükür” deyip telefonu açtık
ve hanımefendiye olayı aktardık. Sonrası malum, iki saat sonra telefonun sahibi
genç kızımız gelmiş, teslim almış, dükkandan da beni arayıp teşekkür etti, çok
üzülmüş belli ama çok da sevinmiş, kıkır kıkır ses tonuyla bızdık üslubu ile
birazcık sohbet ettik, kapattık. Oysa ben uzun boylu yeşil gözlü biri çıkar
diye ummuştum, gerçi ekrandaki ANNEANNEM yazısında rüyam sona ermişti ama
olsun, yapacak bir şey yok.
Sıkılmaya başladınız muhakkak ama asıl macera şimdi
başlıyor, benim yazılarımın finali muhteşem olur bilirsiniz, uyanıklık edip son
paragrafa hiç atlamayın bozuşuruz. Uzun zamandır yazmıyorum, baldan tatlı edebiyatımı
özlemiş olduğunuzu düşünüyorum!
İkinci kısmı da bitirdik, ben günümüzde epeyce pahalı olan
iphone telefonu genç hanımefendiye ulaştırmanın keyfini yaşarken mutluluğum 24
saat bile sürmedi, yakın gözlüğümü kaybettim. Hatta o kadar kızdım ki bu olaya
“güya iyilik yaptık ödülü bu mu olmalı? Reva mı? Kahpe felek” gibilerinden çok
söylendim. Yine Yarımca’lı muhteşem arkadaşım bana bu konuda güzel bir telkinde
bulundu, telkinin güzelliğini bir hafta sonra anladım.
Şimdi durun bakalım ne oldu?
Üçüncü kısıma geçiyoruz.
Dün akşam (1 eylül) saat 18.00 sularında marketten alışveriş
yaptım, paketleri de sırt çantama tıkıştırıp en üste de cüzdanımı koyup
fermuarını çektim. 100 - 200 metre yürüdüm ki birden aldıklarım teker teker
yere dökülmeye başladı. Hemen durdum baktım ki en üstteki cüzdan zaten çoktan
düşmüş.
Eyvah!
Hatta haydaaaaa….
Fermuar nasılsa açılmış ilk cüzdan düşmüş sonra da sallandıkça
benim paketler pıtır pıtır dökülmeye başlamış, döke saça gidiyorum, ortamda
zaten sürekli gürültü var, düşenin sesi de gelmiyor, motorlar arabalar ve
insanlar, ses hiç duyulmuyor… sokaklarımız caddelerimiz inşaat alanı yürümek
çok güç sürekli kaldırım değiştiriyor ya da bazen ana caddenin ortasından
ilerlemek zorunda kalıyoruz. Ben cüzdansızlığın kurşununu yemiş sendeliyorken
geri dönüyorum, yerlere kaldırımlara yolun ortasına tramvay hattına
bakınıyorum. Bankların altına, ağaç diplerine tek tek bakıp markete kadar geri
dönüyorum. Markette de yok, girip soruyorum olmadığını bile bile. Yok işte…
Sağolsun Bahariye Caddesi’nin pek değerli esnafı yardımcı oluyor, hakları
ödenmez. Çok da uzatmıyorum, hayatta daha ne üzücü şeyler var, bunlara pabuç
bırakacak değilim elbet. Canımı sıkan kimlik ve ehliyet, onlar epeyce sorun ama
ne yapalım halledeceğiz diye kendimce hemen olayı yumuşatmaya çalışıyorum ve
bunu da başarıyorum… Üzülmek hiçbir şeye çözüm olamaz, gerekeni yapmak lazım.
Eve dönüyorum, sırasıyla bankaları arıyorum, kartları iptal
ettiriyorum. Bu işlemler yarım saatimi alıyor, zihnen çok yoruluyorum. Kimlik
için başvuracağım; gerekli evrakları buluyorum internetten, benim BEN olduğumu
ispatlayacak tek belge olan pasaportumu çıkartıyorum, bakıyorum şükürler olsun
vatandaşlık numaram mevcut, onbeş yıldır işlem görmediğinden hatırlamıyorum TC
numaramın olduğunu, görünce çok mutlu oluyorum. Biyometrik fotoğraf gerek,
Cumaya randevu alacağım ama fotoğrafım hazır olur mu garantilemeliyim. Hemen
bizim sokağın başındaki stüdyoya gitmeye karar veriyorum. Hem biraz da hava
alacağım zira çok sıkıldım.
Sona yaklaşıyoruz hadi sabır.
Evden çıktım, önüme bakarak ağır ağır ilerliyorum, annem de
tatlı istedi dönüşte de onu alacağım. Yerlere baka baka rampayı çıkıyorum,
üzerimde yırtık bluz ve etek var, resmen don-gömlek sokaktayım. Önemsemiyorum;
Kadıköy’de kadınlar üstsüz gezdiği için benim durumum hiç de cazip değil, kimse
takmaz ve bakmaz nasılsa diye rahat ama düşünceli ilerliyorum. Tam ışıklara
geleceğim yanıma Yemek Sepeti’nin pembe motokuryesi yaklaşıyor o pembe-sklamen
motoruyla. Kocaman parlak zeytin gözleri olan inanılmaz güzel suratlı güleryüzlü
cin gibi bir genç eleman. Dişler bembeyaz sırıtıyor. Abla diyor bakıyorum. Abla
senin adın Zeynep mi diye soruyor, Evet diyorum. Sen cüzdanını düşürdün değil
mi diye sorulara devam ediyor ben de Evet diyorum, gülmeye başlıyor genç. Ben
senin cüzdanını yerde gördüm, aldım baktım etrafa ama senden düştüğünü
anlamadım sağa sola baktım sonra cüzdanı açtım kusura bakma karıştırdım biraz,
ehliyetindeki resmi gördüm anladım sen olduğunu ama kafamı kaldırdım sen yok
olmuştun! Burada açıklama yapayım Benim marketten aldıklarım dökülmeye
başlayınca ve cüzdanın kaybolduğunu fark edince aniden ters istikamete dönüp
hızlıca yürüyerek aramaya koyulmuştum, eleman ne yapsın! Devam ediyor anlatmaya
güzel adam. “Kartlarının bankalarını aradım bana iletişim bilgilerini
vermediler, yalvardım yine de vermediler”, “siz arayıp söyleyin” dedim. “Abla
aradılar mı seni? “ diye soruyor, ben de “hayır vallahi henüz arayan olmadı”
diye yanıtlıyorum. “Hayatta bunu karakola götürmem ben bulacağım sahibini diye ahdettim
abla, işim çıktı Kızıltoprak’a gittim döndüm yine buraya bakınıyorum” demez mi?
“Yalnız seni böyle bulacağımı da hiç düşünmüyordum inanamıyorum” diye de devam
ediyor… O sırada telefonu çalıyor, “dur kapat arayacağım ben seni” diyor, sonra
bana dönüp arayan sözlüm deyip görüntülü arıyor kızı, telefonu bana çevirip
“bak buldum sahibini” diye kıza beni gösteriyor, ben de hemen maskemi çıkartıp
kıza gülümsüyor selam veriyorum, telefonu kapatıyoruz. Cüzdanı açıyorum,
paralarım kartlarım hepsi duruyor, fazla para taşımam neyse ki bütün 100TL var,
hemen çıkartıp 100TL yi uzatıyorum, “Aman abla olmaz” diyor, Ben “yahu al
yavrum git sözlünle bir şeyler ye iç ya da kendine bir yemek ziyafeti çek ya da
götür eve kardeşine annene falan ver” diyorum. O sırada 2 kurye daha geliyorlar
yanımıza. Onlara da beni gösteriyor ağzı kulaklarında, o kadar memnun ki
cüzdanı bana ulaştırdığına, o kadar şaşkın ki şıp diye beni bulduğuna. Ben
zaten hafiften kanatlarımı kıpırdatmaya başlamıştım zevkten, sırtım kaşınmakta
henüz kanatlanmasam da mutluluktan uçuyorum adeta. Cüzdandan değil mutluluğum,
böyle gençlerin varlığından duyduğum huzur ve memnuniyet asıl sebep. Ayrılırken
diyorum ki çocuklara:
NAMUSLU OLMAK ÇOK GÜZEL BİR ŞEY ÇOCUKLAR, DÜRÜSTLÜK VE
NAMUSUNUZ İÇİN CANINIZI VERİN VAZGEÇMEYİN. BİR DE ŞU MOTORLARI DİKKATLİ
KULLANIN BAŞINIZA KAZA GELMESİN BİZİ ÜZMEYİN.
Bin kere teşekkürler sana da eleman bin kere diyorum.
Yeniden yürümeye başlıyorum, kafam sünger gibi olmuş, zamanı
geriye sarıyorum, bu noktaya yavru kediden geldiğimi saptıyorum, Sliding Doors
diye bir film izlemiştim yıllar önce aklıma nedense o film geliyor (1998 – Gwyneth Paltrow), benzeştiriyorum. Yürürken
burnumun kenarından sular damlıyor burnumu çekiyorum, maskem ıslanmış bakıyorum
gözyaşlarım akmış, toparlanıyorum; hem gülüyor hem ağlıyorum…
Kedi mi? Bana göre o yaşıyor, mesajlar o yönde… Hadi ona
isim koyalım, ne olsun?
SARMAN… kedilere sarman denir.
Gözlüğüm ise kayıp, çıkmadı bir yerlerden şimdi doktora
gidecek ve yenisini alacağım zevkle… o da birinin kısmeti ne yapalım!
İyilik bulaşıcıdır, umarım gerçek hikayemden size de bulaşır…
benden size, motorcudan yemek sepeti müşterilerine, tüm bunlardan bütün dünyaya…
Bu insanlar yaşama umut katan melekler. Daha fazla olmalıyız, olmalılar. Dünyanın
en kolay işi “İYİ OLMAK”, hadi bakalım.
Not: Fotoğraflardaki küçük dostumuz SARMAN’dır.