Merhaba

Yaşadıkça birikti, yaşadıkça birikti, doldu, taştı. Ben de tüm bunları yazdım. Bu sefer de yazdıklarım birikti, doldu, taştı. Taştıkça paylaşmayı çare gördüm. Benim çarem okuyuculara dert olur mu bilmem ama yıllardır yazılanların hepsi burada. Biraz siyasi, biraz felsefi, biraz da insani. Bir hayli de Zeynep'ten.


Afiyet olsun








Merhaba Sevgili Arkadaşlarım (27.10.2007)

Bu yazı ilk saptamalarıma ilişkindir. Hangi saptamalar derseniz? Onlar işsizlikte geçen ilk haftalar diye yanıtlayabilirim. Bugün (7.5.2011) hiç yanılmamış olduğumu idrak ettiğimden blogumda başyazı olarak ayırmayı istedim.

27 Ekim 2006 da başlayan enfes tatilim epey uzun sürdü, bitmeden safha safha yazmayı arzu ettim, hatta yazmayı görev bildim. Hadi gelin yamacıma da birlikte okuyalım. Aylar oldu dile kolay.

Bunun yılbaşına kadar ki iki aylık dönemi tamamen dinlenme ve beyin arıtmaya ayrıldı, artık aklınıza ne geliyorsa hepsi yapıldı, bütün gün internette gezinmeler, msn.de chat yapmalar, hiç alakam olmayan tüm saçmalıklar hepsi elden geçti. 40’ından sonra azanı teneşir paklar atasözümüzün hışmına uğramadan Ocak-5 den itibaren de iş başvuruları ve görüşmeler zinciri birbirini kovaladı. Arada yeni bir işe başladım, işte bu yeni başlangıç aklımı başıma getirdi. Ben artık herhangi bir yerde en düzünden bir eleman olarak çalışacak durumda değildim, gözüm açıldı, kendimi çok daha vasıflı, üstün, elit yerlerde olmaya layık bulduğumdan mücevher gibi değerli işler olmadıkça ilgilenmemeye karar verdim. İş yaşamım, kariyerim daha farklı olmalıydı, “işim” kendini bana göre ayarlamalıydı, kısacası artık külahları değişmiştik. Zira ben artık bir hanımefendiydim, sadece ben değil, birşeyler de bana layık olmalıydı, olmuyorsa da yolumuzu başka tarafa çevirir, yaşamaya devam ederdik. Kısacası hayatımın rekorunu kırdım son işimden 5 gün içinde ayrıldım (eski rekorum 21 gün idi) Bütün bu ipleri koparma aşamasına gelinceye kadar yaşadıklarımı da paylaşmak istiyorum.

İş görüşmeleri beni çok ilginç bir sonuca götürdü, öncelikle bugüne kadar İnsan Kaynakları diye bir oluşumu pek ciddiye almayan ben, yaptığım görüşmeler sonucunda muhatap olduğum İK yönetici ve sorumlularından gözlemledim ki böyle bir fonksiyon varmış. Son 3-4 yıldır çalıştığım işyerinin muhtelif İK'cıları ile yaşadığım tecrübeler sonucunda yiten inancım son derece profesyonel, objektif, işinin uzmanı olmuş, olgun ve ciddi insanlar sayesinde yeniden yeşerdi. Bu arada görüştüğüm firmalarda akraba, arkadaş, eş-dost, yeğen (yiyen, yiğen) vs. gibi yakınların özellikle işe alınmadığını gözlemledim. Bazı yerlerde kariyer planlamanın birinci kriteri haline gelen onun-bunun oğlu, kızı, yiğeni, dostu, karısı, kocası, sınıf arkadaşı, yağcısı, pohpohlayıcısı gibi son yıllara damgasını vuran ilişkilerin birçok şirkette asla tercih edilmediği ve bir dezavantaj olduğunu gördüm. Hatta adını burada yazamayacağım ve en üst düzeyde birinin referansı (şirketin ortağı) ile görüşme yaptığım Türkiye'nin en büyüklerinden olan bir ŞİRKET ile el sıkışamadım; adamlar bana bir masa yaratma, iş tanımı yapma, bana iş uydurma yoluna gitmediler (helal olsun). Bu bir yerde çok hoşuma gitti, profesyonellik buydu işte, bu yüzden de sallantılar yaşamayıp huzur ve rahatlık içinde çalışıyordu insanlar. Çok özlemiş olduğumu fark ettim.

İK-Endüstriyel İlişkiler Yöneticisi olarak 1992 yılında emekli olan babam ile bu durumu paylaştığımda önceleri bana kızsa da sonradan gördükçe O da hak verdi. Bu olayı da günümüzün yükselen değerleri ve yabancılardan kopya çekilen modern sistemlerinin sonucu şeklinde yorumladık beraber (onu üzmemek için kabul etmiş göründüm). 90.lı yıllardan beri toplumuzu etkisi altına alan genetik bozunma ve karakter yıpranması ortalığı üç kağıtçı, kolay zengin olma işbirlikçisi, saygısız, örgütsel çalışma destekçileri (tetikçiler) ile doldurmuştu, rezil ve iğrenç bir pislik içinde yuvarlanıp temiz kalmaya çalışıyorduk ki; çok çok zavallı minicik kurşun askerlerdik (ben kendimi çoktan şehit olmuş olarak tanımlıyorum).

İş görüşmelerim bana birşey daha öğretti ki; bir yerde 5-6 yıldan fazla çalışılmayacağını belki en fazla 7 yıl, sonra asla devam etmemeliyiz (bu her alanda geçerli aslında, örnekleri çoğaltabiliriz). Yoksa oranın vazgeçilmez olduğuna inanmaya ve dışarıda sizi canavarların yiyip yutacağı paranoyasına kapılmaya başlıyorsunuz. Bizim hep en büyük sandığımız Şirketimiz, çok çok değerli gördüğümüz kendimiz, aslında birşey değiliz, birşeyken 6'ıncı yıldan sonra hiçbirşeye doğru deviniyoruz. Bu süreden sonra başka yerleri yadırgıyor, uyum sağlayamıyoruz ya da zorlanıyoruz, alışkanlıklarımızı yanımızda taşıyıp epeyce zahmet çekiyoruz. Bunu benden genç arkadaşlarıma önemle ilan ediyorum, kendimi bu konuda son noktayı çok geç keşfetmiş hissediyorum, zamanı geriye almak ne yazık ki mümkün değil ve bazı şeyler için çok geç kalmış biriyim. Bu yüzden yaşı 30’u geçmemiş arkadaşlarımı dikkatli olmaları için uyarıyorum. Ya en üst düzeye atlamalı (ki buna layıksınız) ya da şöhreti zirvedeyken terk edip efsane olmalısınız.

Bizi biraz da 2001 den beri yaşanan ekonomik krizler bu denli ödlek hale getirdi bu da inkar edilemez bir gerçek ama, yaşamı renklendiren ve hareketlendirecek cesareti mutlaka yüreğimizde taşımalıyız. Krizlere isabet eden şanssız bir nesil olmamıza rağmen yine de iş başvurusunda bulunmak, görüşmelere gitmek, oradaki insanların profesyonelliğinden yararlanmak çok güzel. Hiç tahmin edemediğiniz şeyler çıkıyor karşınıza ya da olmadığını sandığınız şeylerin varlığına tanık oluyorsunuz. Karşınızda sizi sorgulamaya ve sonuçta da çözümlemeye çalışan çömezlerle eğlenmek de epeyce ilginç, düşünebiliyor musunuz ki sizin bildiklerinizin yarısını dahi bilmeyen bir çömez kendine eleman olarak sizi seçip seçmemeye karar vermek için sizden yardım dileniyor. Onu öyle bir evirip çevirme olanağınız oluyor ki kendiniz bile şaşıyorsunuz, sonuçta “siz bize fazlasınız” deyip el sıkışmak zorunda kalıyorlar... böyle maalesef, ne derseniz deyin böyle, ukala olmamak için çaba sarf etmenin de bir sınırı var, neyseniz o olun! Bu arada bazen de karşınızı ustalar çıkıyor, o zaman herşey tamamen bir zevk haline geliyor.

Gelelim bu bitmesini hiç istemediğim ve her anından büyük zevk aldığım uzun tatil dönemine. Örneğin hemen hemen hiç sinemaya tiyatroya gitmedim, tek kitap okumadım, televizyonda Avrupa ligi maçlarını ve perşembe günleri "Yaşamdan Dakikalar" ı izledim, hergün 1,5-2 saat yürüyüş yaptım (bu yıl gelmeyen kış ve muhteşem havalar biraz benim yüzümdendi özür dilerim). Aileme zaman ayırdım, sağlık sorunlarımız oldu onları bir ölçüde hallettik. Oyunculuk kursuna gittim, orada tanıştığım insanlarla takıldım, Ayla Algan ile dost oldum, Cihangir'i keşfettim, Çukurcuma'da dolaştım, Acıbadem'den Üsküdar'a Kadıköy'e yürüdüm, bir tek Anadolu Kavağı'na gidecektim, ogün aksilik oldu gidemedim, Ortaköy, Sultanahmet muhteşem yerler ve oralara daha sık gittim. Internette chat yaptım, pullarımı yerleştirdim, eski arkadaşlarımla görüştüm, Mercan'da midye, Şampiyon'da kokoreç yedim, bira içtim, bir hırka iki kazak ördüm. Uzun yıllarca zamansızlıktan göremediğim arkadaşlarımı gördüm, ÇIYA da yemek yiyip, Denizatı'nda güneşi şarapla batırdım. Arada Nişantaşı’na, haftada bir gün de Bağdat Caddesine takıldım, yaş ortalaması 38-40 olan bir ton işsiz var, daha doğrusu rantiye dolu, genç genç adamlar Starbucks'larda, Fenerbahçe'de ya da boğaz kenarında denize nazır keyif sürüyorlar, gördüm, hayat dışarda!. Bu rantiye sınıfa katıldığımı düşünerek sinsice mutlu oldum. Ah Beyoğlu, mutlaka yolumu İstiklal Caddesinden geçirdim, nereye gidersem gideyim güzergahıma dahil ettim, Asmalımescit’te ciğer yiyip, Galatasaray’a takıldım.
İşsizlik; uzun sürmemesi, daha da önemlisi sizi yıpratacak kadar uzun sürmemesi koşuluyla herkese kısmet olsun isterim. Ya da yapacak başka işleriniz varsa çalışmayıp yolunuza orada devam edin derim. Açıkçası birçok kereler “Allah’ım umarım beni tekrar aramazlar” diye dua ettiğim oldu. Ne yapayım ben tembelim, vallahi çalışın çabalayın devam edin ama ben bir asalak olmayı tercih ediyorum, pilim bu kadar dostlar benden bu kadarmış. İnsanlar ayda 30.000 YTL ile de geçiniyorlar 300 YTL ile de. Hayatta sizi mutlu edecek ortamı, işi, insanları yakınızda tutmaya çalıştığınız ve başardığınız sürece paranın hiçbir anlamı yok. Bazı şeyler o kadar gereksiz ki, onlar için para kazanmış olduğuma esefle bakıyorum. Gardrobum saçma sapan ve son derece gereksiz, fazla adette giyim eşyası ile dolmuş, açıkçası bunlara verdiğim paraların yetim hakkı olduğunu düşünmeye başladım, keşke o parayı hayır için harcasaymışım, Özal gençliğindenim ben de işte, maalesef tüketim manyaklığından etkilenmişim, vah ki vah! Kısacası Tibet’e gitsem ancak bu kadar terbiye olurdum. Arındım dostlar arındım, saçımı bile boyatmıyorum, 6 ay sonra beni yarı-beyaz gördüğünüzde sakın şaşırmayın olur mu?

İşte durum böyle sevgili dostlar, endişelenmeyin yazılarımdan hiç mahrum olmayacaksınız, gördüğünüz gibi asla yazmaktan vazgeçmem... mutlu olmaya çalışın, formülünü bir şekilde bulun, işiniz bu olsun, işiniz bu olsun: MUTLULUĞUN PEŞİNDEN KOŞMAK, ne yapın edin yolunu bulun, belki bu işten maaş alamayacaksınız ama yolu bulunca elde ettiğiniz; paradan güzel bir kazanç olacak.

Sanırım hiç bitmeyecek tatilim böyle bir şey, özel programlar yapmak gerekmiyor ama yazacak çok şey de çıkıyor.
Sevgiyle kalın,

Zeynep


Hamiş:

Kendimle ilgili ilginç bir saptama – sanırım tamamen tesadüf

1990 : HAYAT Sigorta A.Ş. de işe başladım – Türkiye’nin ilk hayat sigorta şirketi olup İktisat Bankası iştiraki idi. Ayrıldıktan sonra şirketin adı Emek-Hayat A.Ş. olarak değişti, İktisat Bankasının yok oluşu ile birlikte burası tarih içindeki yerini aldı, şu an ilk işime başladığım şirket YOK

1991-1995 : Güneş Hayat Sigorta A.Ş. de çalıştım. Vakıflar Bankası T.A.Ş. nin iştiraki idi. Ben ayrıldıktan sonra şirket kapandı, portföyü bir süre Güneş Sigorta’da korundu ve Vakıf-Emeklilik olarak tekrar kurulup portföy devredildi, Vakıf Emeklilik A.Ş. şu an Esma Sultan Yalısının hemen bitişiğinde kendi genel merkezinde, boğaza nazır olarak faaliyetine devam ediyor.

1997-1998 : AGF-Garanti Sigorta A.Ş. de çalıştım. Garanti Bankasının iştiraki idi. Ben ayrıldıktan sonra Garanti Bankası Osmanlı Bankası ile birleşti, AGF hisselerini sattı, şirket Garanti-Emeklilik Sigorta olarak isim değiştirdi.

1995-2006 : BEKOTeknik A.Ş. de çalıştım. Bir kere istifa edip geri döndüm bu dönüşümde şirket Beko Elektronik A.Ş. oldu ve neredeyse üçüncü dönüşüm olacaktı, son dakika vazgeçtim. Şirket ben ayrıldıktan sonra hisselerinin büyük bölümünü Arçelik’e sattı, bir anlamda Arçelik oldu. Çalışan sayısı %60 azaldı, şirket küçüldü minicik kaldı. Ben vazgeçtikten sonra da duyduk ki adı HAMLE ya da başka bir şey olarak değişecek.

Bütün bunlar ayrılmamdan biraz sonra sabık işlerim ve işyerlerimin başına gelenler.

Durumdan sonuç çıkartalım:

Ya ben çalıştığım yerleri batırıyorum
Ya da Ben ayrıldıktan sonra çalıştığım yerler büyük değişimler yaşamak zorunda kalıyorlar.

İşte bu nedenle artık çalışmamam gerektiğine inanıyorum.