Hepinizden özür diliyorum, hoyratça dallarını eğip bükdüğüm muşmula ağaçları, henüz çiçekken tomurcuklarınızı kopartıp yediğim ayvalar, kızarmanızı beklemeden tükettiğim kirazlar ve işin en acısı sapan taşı yerine koyduğum ham zeytinler… hepinizden tek tek özür diliyor ve af istiyorum. Dallarında sallandığım dutlar, sonbaharda sopa fırlatarak döktüğüm cevizler, yaban gülleri ve böğürtlenler… size sahip çıkamadığım neslinizi kurutanlara bir şey yapamadığım için özür diliyorum.
Ve Ben yüzyılların oluşturduğu bu güzelim toprakları
koruyamadığım için dünyadan özür diliyorum.
Geçtiğimiz haftanın son günü, arabama atladık babamla ve
eskiden E5 diye tabir edilen yoldan Yarımca’ya gittim. E5 ten gittim çünkü o
yolu son haliyle görmeliydim. Yola çıktık ama İstanbul’dan çıkmamız bir saat
sürdü. Kadıköy, Göztepe, Bostancı, Küçükyalı, Maltepe, Kartal, Gülsuyu, Pendik
ilerliyoruz ağır ağır ama korkunç bir trafik içindeyiz. Sağa bakıyoruz sola
bakıyoruz yüzlerce bina içinde hapsolmuşuz. Ne tepeler görünüyor ne de eskiden
buraları süsleyen bostanlar, hiçbiri yok, hepsinin yerinde 25, 30, 40 katlı
yamru yumru, helezonik, leş gibi binalar doldurmuş. Bir den dikkatimi çekiyor
MALAZLAR Kibrit Fabrikası, tarihi kalıntı gibi öyle terk edilmiş beliriveriyor
solumuzda. Şaşırıyoruz. Pendik’e ulaşana kadar sadece tabelalardan
tanıyabiliyoruz coğrafyayı, ağzımız açık sürekli şaşkınlık nidaları ile yol
alıyoruz. Sonra Tuzla beliriyor levhalarda, 2 yıl yaşadığımız Tuzla, sebze
bahçelerinden alışveriş yaptığımız denizinde en güzel günleri geçirdiğimiz
köftenin doktoralı ustalarında her hafta sonu ziyafet çektiğimiz Tuzla pat diye
görünmeden gidiveriyor yanımızdan. Hala anlayamadık mı? Anladık da kondurmuyoruz.
Bayramoğlu Çayırova hattında ben biraz sakinleşiyorum. E5’in kuzeyinde bomboş
alanlar var, eskiden askeri bölge sınırlarında olan bu bölgeyi böyle görmenin
huzurunu hissetmişken pat diye Gebze yığıntısı çıkıyor karşımıza ve o zehirli
topraklara; Dilovası’na varıyoruz. İşte ben bu noktada başladım özür dilemeye
doğadan. Gebze’nin Çavuş üzümünden kocaman yarma şeftalilerinden diledim ilk
özürümü. Dilovası sınırlarında Osman Gazi Köprüsü tabelaları gözümüze çarpıyor
yanlış yola girmemek için yavaşlayınca kabus daha da büyüyor, sağda solda
taşlaşmaya yok oluşa tam göbeğinden tanıklık ediyoruz, köprü bağlantı yolu
bahanesiyle dazlaşmış yerlerin çirkinliğini görüyoruz, içimiz acıyor, nefret
hakim oluyor soluğumuza
Yola devam, üzülsek de ölsek de devam ediyoruz tabii ve
birden körfez köprüsü beliriyor sağımızda, son derece çirkin çünkü oradan
başlayan ve İzmit’e kadar devam eden liman ve antrepoların ürkütücü manzaraları
peş peşe sıralanmaya başlıyor ve maalesef gözümüzü acıtıyor. Bütün dünya burada
toplanmış sanki ve dünyadaki tüm limanlar buraya inşa edilmiş, yapılmış tüm gemiler
buraya yığılmış. İnsanlara yaşam alanı kalmamış, bu keşmekeşin içine mahkum edilmişler.
Şanslı kesim dağ tarafına kaçmış olsa da görüntü berbat. Toz gürültü pislik! Hiçbir
ağaç ya da çiçek kapatamıyor bu rezilliği, nefes alamıyorsunuz adeta… Derler ya
ANLATILMAZ YAŞANIR, gerçekten anlatamıyorum, sözcükler yetmiyor, karşılık
veremiyor hissettiklerime.
Derken o güzelim Hereke’ye ulaşıyoruz, efsane Hereke… Ne
halısı ne dokuması kaldı Hereke’nin… Ne balığı, ne atölyeleri. Düşünebiliyor
musunuz kendini OSMANLI mirasçısı gören zihniyetin Osmanlı eserlerini
dinamitlemesini. İlk dokuma fabrikasını açan Osmanlı burada tümüyle silinmiş.
İnşaatlardan burası da büyük ölçüde nasibini almışsa da esas rezilliğin
merkezine artık sonunda ulaşıyoruz. PETKİM’in her yanına yayıldığı ve son
derece güzel yapılarla donattığı Yarımca. Efsane belediyecilikle 1970’li
yıllarda bütün ülkece tanınan ve o meşhur kirazları dünya literatüründe geçen
Yarımca. İşte yazımın bu anında anlatma yeteneğimi kaybettiğimi düşünüyorum
zira yazamıyorum ifade edemiyorum. Bombardımandan çıkmış bir şehrin bile bir
anlamı bir imajı vardır. Burada o bile yok. Birbiriyle alakası olmayan saçma
sapan projelerle üretilmiş rüküş ve zevksiz binalar ki nedense bunların hiçbiri
arsalarına sığmamışlar (!) ve aralarda
kalmış eski binalar; çürük diş kanserli doku gibi, tümüyle boş simsiyah ve
harap öylece duruyorlar. O özür dilediğim ağaçların tek bir tanesi bile
kalmamış kıtır kıtır kesilmişler ve bu heyulalar buralara inşa edilmiş.
Numunelik bir tane dahi bırakılmamış. Yıllarca oturduğum evimi bulamadım, aralardan
dolanıp ortalığı kolaçan etmeye kalktım ve görebildiğim tek şey kafamı
kaldırınca baktığım gökyüzü oldu. Mahallem yağmalanmış heryeri deşilmiş
parçalanmış, ters yüz olmuş. İlkokulum börek fabrikası yapılmıştı genişletilmiş
yollara taşmış, yeni yapılan lise binası sağa sola değiyor, geçecek yer yok.
Ben çocukken greyder ile açılan yol (Mehmet Akif Ersoy Caddesi demişler) oluşan
trafiği taşıyamıyor, bu caddenin kuzey tarafındaki mahalleler üzerine sanki
başka bir mahalle inşa edilmiş gibi altında kalmışlar betonun… Aynı anda
zamanın iki boyutundasınız da gözleriniz bir türlü seçemiyor ortamı, apışıp
kalıyorsunuz. Nefes alacak geçitler arıyorsunuz bu sıkışmışlıkta. Film gibi. Filmden
öte kabus gibi, cehennem gibi. Daha fazla dayanamıyorum ve üzüntüyle evimize
dönüyoruz babamla. Babam da ben de şaşkın ve yıkılmışız. 81 km.lik yolculuktaki
tanıklıklarımız muhtemelen ülke genelinde de olan şeyler. İki yıldır bizi eve
hapsedenler dışarıda feci şeyler yapmışlar, izinsiz aldıkları yetkilerle ülkeyi
har vurup harman savurmuşlar, bir şey bırakmamışlar… bizi kapatıp bu
ahlaksızlığı yapmışlar. Zaten yıllardır onaylamadığımız vahşi inşaat
süreçlerinde son noktaya gelinmediği aşikar ama ülke elden gitmiş bunu kabul
etmek gerek. Sanırım bu rezil süreçten fazlasıyla etkilenmesi Yarımca’nın
turizm bölgesi olmaması, turizm bölgelerinde çok azıcık daha dikkatliler… ya da
çok iyi paravan perde çekip gözden kaçırabiliyorlar ama Yarımca’da rahat rahat yapabilmişler
istediklerini. Bu insanlık suçu bana göre. Soykırım hatta. Yargılayacak erk yok,
hesap soracak güç yok, cezalandıracak kudret nerede? YAZIK!
NOT: Yarımca’yı 40 yıldır görmüyor değilim, son ziyaretim 3
yıl öncedir. Gerçi o zaman da rezillik gözlerime batmıştı ama şimdi bitmiş
herşey.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder