Merhaba

Yaşadıkça birikti, yaşadıkça birikti, doldu, taştı. Ben de tüm bunları yazdım. Bu sefer de yazdıklarım birikti, doldu, taştı. Taştıkça paylaşmayı çare gördüm. Benim çarem okuyuculara dert olur mu bilmem ama yıllardır yazılanların hepsi burada. Biraz siyasi, biraz felsefi, biraz da insani. Bir hayli de Zeynep'ten.


Afiyet olsun








13 Şubat 2018 Salı

Sevgilim Kedim (13 şubat 2018)

Adımını atıyorsun kapıdan daha apartmandayken duyuyorsun sesini.

Miyaavvvvv

İniyorsun merdivenden ana kapının dibinde durmuş suratına bakıyor! Nasıl becerdiyse ki muhtemelen garajdan girdi ve içeride kaldı, bekliyor birini kapıyı açsın, o da çıkabilsin diye. Haliyle kapıya ilerliyorsun bu böyle bir dikleniyor kenara siniyor tedirgin. Hiç renk vermeden yaklaşıyor elini uzatıp kapıyı açıyorsun, fişek gibi geçip bacaklarının yanından fırlıyor dışarıya. Artık nerene çarptığını üzerine bıraktığı tüylerden anlıyorsun ve hatta eve taşıdığın oluyor o renkli kılları. Siyah giymişsen pantolonunu, gittiğin yerde fark ediyorsun tüy yumağını, bütün façan bozluyor, karizman sıfıra iniyor.


Kızamıyorsun, hatta gördüğün an içine bir huzur ve mutluluk yerleşiyor haddinden fazla. Hayatında belki dokunmadın hiçbirine ama burada bir kedi manyağı olup çıkıyorsun anlamadan. Böyle bu meretler, hücrelerine, damarlarına sızıyorlar. Hepsini toplamak, beslemek, koynuna almak istiyorsun, seçemiyorsun hangisi daha güzel.

Evet hepsi ayrı bir kişilik, kimlik. Her birinin ayrı bir cazibesi, güzelliği, yakışıklılığı var. Kimi pek masum, kimi feci seksi, bazısı tam bir serseri, vallahi de billahi de korkuyorsun suratından ustura gibi bakışlar. Ah bir de ihtiyarları var bunların tüyleri cılızlaşmış, tüm parlaklığını yitirmiş ve leş gibi. En çok onlar dokunuyor sana, sokakta bitecek bir ömrün belgesi gibi suratında patlıyor suretleri. Yorgun kısık gözler, kemikleri fırlamış suratlar.

Bir de yavrular var, bir haftalık iki haftalık, bir aylık, üç aylık, altı aylık, yaş yaş, boy boy ve rengarenk. Eline alıyorsun minicik, yüreciği pıt pıt atıyor, sıcacık o ufacık beden ve tir tir titriyor korkudan. O minik pençelerle ellerine saldırıyor ama bir şey yapamıyor yok ki tırnakları, gülmekten ölesin geliyor. O kadar sevimliler, kıyamıyorsun anasından ayırmaya ve alıp eve götüremiyorsun.

Yürüyemiyorsun sokaklarda, herbirine tek tek bakmak, suratını izlemek ve aslında sohbet etmek istiyorsun. Fotoğrafını çekmeye kalkıyorsun elindeki aletin belleğine sığmıyorlar. Söylecek lafları varmış gibi baktıklarında sana, mırıldanıyorsun saçma sapan ama kimse birbirini anlamıyor. Sus işte o an, senin değil onun var söyleyeceği. Sürünsün bacağına, dayasın başını bileklerine, koklasın ayakkabılarını, elini uzat korkma! Yediğin belki bir pençe olacak boş ver ya da çok korkuyorsan git uyuz aşısı ol. Ama kediye tokat atma, onu tersleme. SEV, inan onların sevgisi anneninkine bedel.


Belgesellere, haber ajanslarına konu olan İstanbul kedilerinin en fazlasının yaşadığı Kadıköy’den, kısacık yazdım bu manzaraları. İstesem kalın bir cilt kitap bile yapabilirim, saatlerce okursunuz. Ama okumayın dinlemeyin. Canınız sıkılınca ya da mutluluktan uçunca gelin Kadıköy’e, vurun sokaklara, hepsiyle karşılaşın, izleyin, konuşun, dokunun, birlikte poz verin, sevgiyi tadın.

Miyav

















2 yorum:

  1. Insanin icini isitan cok guzel bir gozlem olmus Zeynepcigim :)

    YanıtlaSil
  2. her gün her an bunlarla içiçe olunca kitabı bile yazılır vallahi

    YanıtlaSil