Biz yani insanoğlu (aklı olan tek canlıyız ya) SON denen ve
hayatımızın her anına, her eylemine, yaşamsal etkenlerine (fiillerine) yön
veren, çok da merak ettiğimiz ama çözemediğimiz o en büyük problemimizi
tanımlarken nedense bunu hiç aklımıza getirmemiştik – SON - Ya da aklıselim
sahibi, bilimi hayatının merkezinde tutan küçücük bir toplum kitlesi düşünmüş
olabilir. Bilemem bunu.
Biz yani insanoğlu SON denen o büyük felaketi vahşet, afet,
katliam, sonsuz büyüklüklerle ifade edilen (göktaşı, gezegen, yıldız
çarpmaları) olaylara göre betimledik hep. Hiç aklımıza gelir miydi minicik
cisimcikler, canlımsılar getirsin sonumuzu. Hiç düşünmedik, bilemedik.
Kuantum! Klasik bilimde yani fizikte olsun, düşünsel anlamda
felsefede olsun her alanda sonsuzlukları ve sonsuz küçüklükleri, hayal
edilemeyecek minimizasyonu tanımladığımız o sihirli terimi aklımıza getirelim
bir an. Sona varılamayan bir yoldur kuantum, varılamayacak sondur, sonsuzluktur
ve evrenin davranışını temsil eden en küçük yapıtaşıdır. Bir çeşit kökhücre
gibi düşünün… Cansızdır ama CANLI’yı yönetir. Evren de bu değişen dönüşen her
şeye maydanoz olan minicikler tarafından yönetiliyor unutmayın. Geçenlerde bir
biyolog virüsler için CANSIZ’dır dedi, inanamadım. Ya da anlayamadım. Her neyse
bu ayrı konu.
Kısacası evrenin işleyişi sürekli bir dönüşümü barındırır,
su oluruz, toprak oluruz, azot olur yayılırız, aminoasitler halinde can buluruz,
sürekli dönüşürüz. Her sebep bir sonucu doğurur her sonuç da yeni bir sebeptir,
bu böyle gider… geldiğimiz noktada (ki ben hala bunun da dünyanın nefesini
tutma, insanlığı etkisizleştirme adına ortaya atılmış bir senaryo olduğunu
düşünsem de) kendinden menkul sapına kadar öldürücü bir virüs olmayıp bir “MUTANT”
(taklitçi değişmiş, palyaço) virüs versiyonu tarafından yok edilme tehlikesi
ile burun burunayız. Evet ölümle burun burunayız. Evrim sürecinde birkaç adım ötede
olan insanlar, (ki bunlara bağışıklık sistemi güçlü bünyeler, güçlü genler de diyebiliriz),
melezler, bedensel dayanıklılığı gelişebilmiş, doğuştan güçlü tipler daha rahat
olabilseler de ortada çok ciddi bir sıkıntı var.
1999 yılında Oktar Babuna’nın üstün hizmetleriyle ilikleri
toplanan ve DNA’sı çözülmeye çalışılan Anadolu Milleti bir türlü biyolojik
yöntemlerle çökertilememiştir ve coğrafyamızın gen profili konuya takla attıracak
güçtedir ancak; son 25 yılda antibiyotik manyağı yapılan yeni nesilin şansı
daha azdır. 1989dan beri nişasta bazlı beslenen, glukoz bağımlısı hale gelmiş
beyni obezleşmiş mankafa (ki çok zeki sanıyoruz biz onları) ergen topluluğunun
şansı daha daha azdır bana göre! Hele bir de vegan vejeteryan vs. gibi abuk
subuk tipler var ki hiç şansları yok - yok olup gidebilirler bu hengamede. İşin en
acısı da yıllardır ne idüğü belirsiz tohumları, yemişleri, sıvıları 100 yıl
yaşayabilmek için şuursuzca tüketen (ki bunlar 7den 77yedir) belirli sayıda
arkadaşı da kaybedecek olma ihtimali beni hayli üzmektedir.
Nereden nereye geldi benim mevzu… Kuantum – minik şeyler –
ufacıklığın mega mega gücü ve virüs mutandının karşımıza diktiği ÖLÜM gerçeği.
Tarihe tanık oluyoruz. Ben memnunum bu tanıklıktan. Evren ne isterse o
olacaktır, değişiyor, dönüşüyor belki de bizden kurtuluyor, bilemeyiz. Benim
yok ama sizlerin olacak inşallah, bu badireyi atlatırsak torunlarınıza
anlatırsınız 50 yıl sonra (hoş 50 yıl sonra ben hiç yokum çoktan ölüyüm). Neyi
mi anlatacaksınız? İşte kayda belge düşürdük, kısa özet benimkisi buna
bakarsınız. Covid-19 günleri… Corona Günleri’nin dayanılmaz rahatlığı diyelim
biz buna, AŞK’sız
Hiç gelir miydi aklınıza gözle görülemeyen bir canlının
dünyanın sonunu getireceği… Jüpiter çarpacakken niye yani şimdi bu virüs
işleri? Yakıştı mı?
NOT: Vesile ile teknolojideki en gelişmiş seçenekler de ayaklarımıza serilecektir emin olun... Keşfi gizlenmiş nice şey ortalığa dökülecek, benden söylemesi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder