Merhaba

Yaşadıkça birikti, yaşadıkça birikti, doldu, taştı. Ben de tüm bunları yazdım. Bu sefer de yazdıklarım birikti, doldu, taştı. Taştıkça paylaşmayı çare gördüm. Benim çarem okuyuculara dert olur mu bilmem ama yıllardır yazılanların hepsi burada. Biraz siyasi, biraz felsefi, biraz da insani. Bir hayli de Zeynep'ten.


Afiyet olsun








30 Ocak 2012 Pazartesi

Yıl 1987 – Kış Günleri (30 Ocak 2012)



Hani derler ya hayatının baharı, işte aynen öyle zamanlar. Yalnız bu hayatımızın bahar meselesi biraz mayıs gibi falan, zira yaş itibariyle hayatın yazına merdiven dayamışız. İTÜ’deyim Maslak’ta! İkinci sömestrinin henüz başladığı günlerdeyiz. MART ayının ya 2’si, ya 3’ü şimdi hatırlamıyorum. Sıcaktan bayılacak bir günde, ceketlerimiz elimizde veya belimize bağlamışız, kayıt yenileme kuyruklarında ter döküyoruz. Kafamız bulanık çünkü sıcak hava çarpmış ve hafif uykuluyuz. Ben zaten yersiz sıcaklardan hiç hoşlanmadığımdan iyice bir hoş ve boş boşum. Gün felaket. Kaydı yeniledik eve döndük. Sonuçta okulumla ilgili tüm isteksizliğimin resmiyetine üçüncü adımı atmışım.

Ertesi sabah evden çıktım. Umulmadık bir serinlik var ve üstüm ince, hemen eve döndüm, kalın gocuğumu giydim ve yine aceleyle yollara düştüm. Ne bir şapka ne de bir eldiven. Tek koruncağım gocuğumun kapüşonu.

Zincirlikuyu’ya geldiğimde havada uçuşan beyaz bir şeyler var! Bir yerlerden toz mu geldi acaba diye bakındım ki; tanecikler artmaya başladı. O zaman anladım ki kar yağıyor. Açıkçası yeryüzü henüz hala sıcak ama üst katmanlarda epeyce ani soğuma olmuş ve kar taneleri başımıza üşüşmüş. Aldırmadım Maslak’a doğru yola düştüm.

O zamanlar Maslak Allah’ın dağı. En yüksek yapının şimdi binaların arasında kaybolmuş eski Emlak Bankası ofislerinin olduğu, tek benzinci ile kavşaklaşan, Hacıosman tarafı ormanlarla kaplı ve birkaç kulübe dışında medeniyet izine rastlanılmayan, kışın kurtların inip kampüste dolaştığı bir garip yerler. Benim sevimsiz okulum işte böyle ulaşılması güç, uygarlıktan payını henüz almamış, taşranın en kötü olanaklarıyla donanmış bir mahrumiyet. Bu arada hatırlatayım henüz Fatih Sultan Mehmet köprüsü ortada yok, dolayısıyla köprü bağlantı yolları sadece kağıtlarda, yeri ise ormanlık alan. Dördüncü Levent denen semt çiçekli bahçeleri ve iki katlı sevimli evleriyle şirin mi şirin bir yer. O Safir denen heyülla kondurulmamış, şimdi tanesine 2.000.000TL fiyat biçilen Gültepe, Ayazağa gecekonduları ise bir başka yazıya konu olacak kadar içler acısı halde.

Kara dönecek olursak ben Maslak’a ayak bastığımda yağış epeyce hızlanmıştı. Batı insanıyız ya umursamadık. Henüz 19 yaşındayım, hayatımda kaç kere kar yaşamıştım ki? Hem ayrıca öyle hikayesi anlatılan Doğu Anadolu karları gibi bir hal bilmiyordum. Hep merak ederdim yerde 1 metre yüksekliğinde kar nasıl olur diye ama görmemiştim işte. Aldırmadım yağışa, okula gittim ve dersime girdim. Öğlen saati geldiğinde bizim Maslak karla kaplanmıştı ve rüzgar nedeniyle yağış tipiye dönmüştü. Yavaş yavaş bizim kafamız da karışmaya az buçuk da çalışmaya başlamıştı ama nafile. Dışarı çıktık ve karşılaştığımız manzara olağanüstü idi. Adım attığımız yerde dizimize kadar kara gömülüyorduk. Yürümeye başladığımızda, inanılmaz bir rüzgar bize, karşılanamaz bir basınç uyguluyor, tipiden gözümüzü açamıyor ve en kötüsü soğuktan resmen donuyorduk. Yarım saatte yukarı çıkabildik. Şimdiki BP benzincinin olduğu yere.

Çıktık da ne oldu sanki? O zaman İstanbul’da öyle kar müdahale araçları, tuzlama ekipmanları, modern modern gereçler yok ki?  Bembeyaz yollar, zaten tek tük geçen ve artık bir milimetre bile ilerlemeyen araçlar, sağanak bir kar yağışı, her tanede 1 cm yükselen kar seviyesi, felaketler zinciri. Bir Sarıyer, bir İstinye tarafına bakıp duruyoruz yavru kediler gibi ama ne gelen var ne giden. Tık yok. Kaldık iyi mi? Beş altı kişiyiz! Ve ne yazık ki pek miniğiz, doğaya karşı güçsüz, cahil ve çelimsiziz.

Başladık yürümeye. Kar bir yandan, rüzgar bir yandan, gelmesini umutla beklediğimiz minibüs ya da otobüslerin hayali bir yandan yürüyoruz. Yarım saat, bir saat yürümeye devam ediyoruz. Sonunda Dördüncü Levent ile Levent arasında bir yerlere kadar geliyoruz. İşte orada tek tük araçlara rastlıyoruz. Bir Minibüs bizi alıyor. Eller donmuş, yüzler kızarmış, ayaklar sızlıyor, ağlamaklı bir şekilde arabaya doluşuyoruz. Minibüsün radyatöründen yayılan sıcak buzlarımızı ancak Beşiktaş’ta çözüyor. Yanlış anlamayın, o zaman Beşiktaş ile Kadıköy arasında vapur yok. Ben ancak Üsküdar’a geçebiliyorum. Tabii Allah’tan vapurlar işliyor. Üsküdar’a gelince bir otobüse atlıyor ve Kadıköy’e geçiyorum. Haydarpaşa’ya uzanan yolun başında iniyorum, hemen gara yürüyorum ve ilk trene atlayıp İzmit’e evime gidiyorum.

İşte meşhur 1987 karı bu. Tam bir ay durmaksızın yağdı, ben ilk haftasında kaçtım ama beş gün sonra yine İstanbul’daydım, bıraktığım yerden başladım. Sürekli kar yağıyor, sürekli birikiyordu. Sokağımızdaki karın seviyesi arabaların çatısına kadar yükselmişti. Yollarda tünel gibi oluklar, açılmış içinden gidiliyordu. Boyumu geçen duvarlar arasından yürüyordum çoğu kez. Hele Maslak ve okulun olduğu yerler. Filmlerde gördüğümüz Alaska manzaralarını andırıyordu. Bembeyaz bir ova, arada kardan vadiler, akan tertemiz saf sular. Pırıl pırıl parlayan güneşin altında ışıklar çakan damlacıklar.

Yıllar boyu daha çok kar maceraları yaşadım, yollarda kaldım, yürüdüm, dondum, canım çıktı ama bunu asla unutamam. Bu şehirde her şey farklı yaşanıyor.

NOT: O kar günlerinde Adalar’da ve İzmit’te kar yoktu.

NOT: Bu yazıyı 5 yıl sonra yazsaydım, şöyle bir not daha ekleyecektim. Artık Haydarpaşa da yok.

4 yorum:

  1. Bu tarih Mayis degil de Mart basi olmali Zeynepcigim, Sina'nin annesi vefat etmisti o karli gunde ve biz Ankara'ya gidebilmek icin cok ugrasmistik. Yuregine saglik :)
    Fethiye Temiz

    YanıtlaSil
  2. evet evet, yazdım zaten Mart2 ya da 3... yalnız ben mayıs diye hayatımızın baharındaki bulunduğum mertebeyi işaretlemeye çalıştım

    YanıtlaSil
  3. Zeynep,
    Yazılarını ben de zevkle okuyorum.Yazılarında çekinceden uzak doğrudan objektif bakışla duygularını anlatman çok güzel.Cesaret ve yetenek isteyen bir şey bu.Bu da sende fazlasıyla var.Mühendislik sana belki direkt yararlı olamıyor ama en azından gözlemleme ve analiz etmende yardımcı oluyordur.Hatta daha da ötesi , sendeki gözlemleme ve yazı yazma konusundaki cevheri ortaya çıkartma konusundaki katkısından dolayı onu da unutmayalım.
    1965 den 2005 e kadar ( şimdiki eşimin işi nedeniyle 7 yıldır Ataköy de Ataköy konaklarında oturyorsam da) yani hayatının 40 yılını Kozyatağı , Erenköy , Göztepe ve Kadıköyde geçirmiş birisi olarak yazılarını okudukça tüm fotoğrafları ben de beynimden çıkarıyorum ve hatıralarım canlanıyor.Anadolu yakasını çok severiiiiiim.
    Orta jenerasyon olarak sen de İTÜ yollarında sıkıntı yaşamışsın ama inan ki ben de Gümüşsuyunda okumama rağmen İTÜ yıllarında karlı havalarda ayni sıkıntıları yaşadık. Hele fırtınalı havalarda Haydarpaşa açıklarında denizle içiçe Karaköy’e veya Karaköy’den Kadıköy’e geçişlerimizdeki tehlikeleri,Karaköy’den Gümüşsuyu’na gidebilmek için vasıta bulma güçlüklerini(Yollar tıkalı ve taksi dahi çalışamazdı) hiç unutamam.Yani her devirde sıkıntılı konular vardı.
    Ama çok da güzel arkadaşlıklar ve dostluklar vardı.
    Şu anda zannederim en büyük eksiklik bu dostlukların azalması ve yok olmasıdır.Olmasaydı İstanbul doğasının bu denli değiştirilmesi bizleri daha az rahatsız ederdi.
    Neyse,
    İyiki varsın ve bu güzel yazılarını gerçekçi şekilde yazıp bizlerle paylaşıyorsun.
    Kalbine sağlık , gönlüne sağlık , kalemine sağlık.
    Mutluluk ve sağlık dileklerimle,
    Şefik Şenyürek
    31 Ocak 2012

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Sefik Bey cok tesekkur ederim... sizin geribeslemeniz benim icin cok degerlidir... sagolun, size saglik ve basarilar diliyorum vesile ile... sesinizi yaziyla da olsa duymak guzel...
      ZS

      Sil