Merhaba

Yaşadıkça birikti, yaşadıkça birikti, doldu, taştı. Ben de tüm bunları yazdım. Bu sefer de yazdıklarım birikti, doldu, taştı. Taştıkça paylaşmayı çare gördüm. Benim çarem okuyuculara dert olur mu bilmem ama yıllardır yazılanların hepsi burada. Biraz siyasi, biraz felsefi, biraz da insani. Bir hayli de Zeynep'ten.


Afiyet olsun








17 Nisan 2012 Salı

Pazarlarımız ve AVM’lerimiz (17 nisan 2012)

Malumunuz son günlerin tartışmasıdır yaşanan. Semt pazarlarımızın kaldırılacağına ilişkin haberlerdir kulaklarımızı tırmalayan. Haftanın her günü farklı semtlerin, sokakların pazarlarıdır yaşamına göz dikilen.

Ülkemizin her yanını kanser gibi saran ve sürekli metastaz yapan Alışveriş Merkezi (AVM) denen heyulaların yaşaması için akla gelen çare olarak dillendirilmiştir bu konu. AVM’ler iş yapsın, dolsun, doluşturulsun diye semt pazarlarını yaşamdan kaldırmayı düşündüler – peki kimler bunlar? 10 yıldır ülkemizi, illerimizi, ilçelerimizi, beldelerimizi yöneten sığ zihniyetli insanlar, PARA dinine inanan, gerçek dinsiz imansızlar . Buna bir karşı duruş sergilemeyi amaç edindi muhalif çevreler, onlara göre dinsiz, imansızlar. Ve tartışma anında başladı. 


Benim naçizane bu konuya daha farklı bir bakış açım var.

Bir kere semt pazarlarının, Pazar kültürünün yürürlükten kalktığı yıllar yıllar oldu, çoktan bu gelenek öldü de itiraf eden yok. Pazar denen ve insanlıkla yaşıt olan bu sosyal kurum ne yazık ki köylerin-köylerimizin, bağların-bostanlarımızın yok edilmesiyle mevta oldu, üstüne rahmet okundu, helvası kavruldu. Neden mi?

Pazar denen kurumun amacı, köylerde yaşayan kırsal alan insanlarımızın, bahçesinde, bostanında yetiştirdiği sebzeyi, meyveyi, baktığı hayvanın, sütünü, yoğurdunu, peynirini, tezgahında dokuduğu kumaşı, halıyı, kilimi, atölyesinde yaptığı, kabı, kacağı, kaşığı, baltayı, bıçağı ve buna benzer bir çoklarını satmak, bunları üretemeyenlerin ayağına getirmek, farklı ürünlerle değiştirmek, paylaşmaktır. Bırakalım Anadolu’yu, İstanbul için bu olay, Şile, Beykoz, Kilyos, Uskumruköy, Poyrazköy, Öğümce, Kurtköy, Sarıgazi, Ömerli, Çırpıcı, Avcılar, Çatalca, Silivri, Kumburgaz, Tuzla, İçmeler gibi yerlerdeki bostanlarda sebze yetiştiren çiftçilerin en yakın merkeze gelmesi, en sade, katkısız, hilesiz yetiştirdikleri leziz ürünlerini tüketiciye sunmasından ibaretti. Domatesler, biberler, salatalıklar, marullar, bezelyeler, lahanalar, saymakla bitmez. Yine Marmara Bölgesi’nin her karış toprağında rahatlıkla yetişen zeytinler, temiz denizlerden çıkan balıklar, en müstesna şekilde büyütülmüş tavuklar ve yumurtalar hep pazarlarda karşımıza çıkan, MARKET denilen garip yerlerde asla göremeyeceğimiz şeylerdi. Saçlarını yazmayla toplamış al yanaklı kadınlar, elleriyle yaptıkları yufkaları, lor peynirlerini, mısır unlarını ve türlü türlü otlarını pazarlara getirirlerdi. Kasketli erkekler onlara eşlik eder, genelde de para hesabını onlar görürlerdi. Uzatmayayım bunlar benim çocukluğumun pazar görüntüleriydi. Renkli, şen ve saf.

Evet babam ne zaman pazara gitse ben de peşine takılırdım. Hatta tezgahlarda elma gibi kocaman domatesleri, resim gibi salatalıkları gördüğümde “bunlar çok güzel bunları niye almıyoruz” diye babama mızmızlandığımda, önüne eğildiği sepetten yamuk yumuk domatesleri seçerken bana “onlar suni gübreli yenmez” diye cevap verirdi. Suni gübre ve YENMEZ! İşte gıdaya dair tehlikelerin ilk işaretlerini bu cümle çok güzel özetliyor. Babam pazara suni gübreyle yetişen ve manavlarda satılan meyve ve sebzeleri değil, köylünün elleriyle yetiştirdiği katkısız dünya harikası ürünlerini almak için gidiyordu. Bundan 40 yıl önce!

Şimdi pazarlarda bu tip üreticiye rastlayabiliyor muyuz? HAYIR. Sadece üç bilemedin beş tezgahta bu üreticilerden var, pazarın geri kalanı halden alıp kamyonlarla getirdiği ürünleri satmakla meşgul, çoğu üniversite mezunu, işletme diplomalı, ticaretten anlayan tüccar kesim. Tezgahları artık bunlar işgal ediyor, yer kiralıyor, hatta yerini büyük hava paraları ile satıyor, başkasına devrediyor, falaaaan, filan! Kısacası ha pazara gitmişsin ha manava ha da marketlerin sebze-meyve reyonlarına. Anadolu’da durum daha iyi olsa da onların da ömrü en fazla 5 yılla sınırlı, hatta on yıla kadar tek tel maydanoz yetiştiren bile kalmayacak. Yetiştirmek istesen zaten ekecek bir bardak toprağın bile olmayacak, eksen harcıalem sulayabileceğin temiz suyun da kalmayacak. Yağmura teslim de edemezsin zira gökten ya radyasyon yağacak ya da sülfür, asit, zehir. Suni gübre bal kalıyor GDO'nun, hormonun ve koruyucu kimyasalların yanında, bitti gitti dünya ama dünyanın haberi yok. Varsa yoksa AVM!

Lafın özü şu ki, semt pazarlarını kaldırsan da olur kaldırmasan da, AVM’leri dikmeye devam ettiğin ve her açılışa alkış tuttuğun için, seni alkışlara boğacak güruhu yarattığın için tebrikler demekten başka söylenecek yoktur.   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder