Merhaba

Yaşadıkça birikti, yaşadıkça birikti, doldu, taştı. Ben de tüm bunları yazdım. Bu sefer de yazdıklarım birikti, doldu, taştı. Taştıkça paylaşmayı çare gördüm. Benim çarem okuyuculara dert olur mu bilmem ama yıllardır yazılanların hepsi burada. Biraz siyasi, biraz felsefi, biraz da insani. Bir hayli de Zeynep'ten.


Afiyet olsun








17 Ağustos 2013 Cumartesi

ACIKLI BİR YAZI (18 ağustos 2013)

Yıllar önce yazmıştım; “ülkemde mülteci oldum” diye! Oysa ne müstesna günlermiş onlar, meğer ne güzelmiş herşey, farkında değilmişim. Hiç tahmin etmemiştim bu derece yozlaşacağını ve bu derece bitip tükeneceğini.

70’li yıllara rastlayan çocukluğumda ilk kez kulağıma çalınan şu cümleyi 40 yıldan fazladır o kadar duymuştum ki, gelinen nokta itibari ile UMUT duyulacak en ufak bir şık kalmadığını acılar içinde görmekteyim. Ne mi o cümle:

ATATÜRK’ÜN KURDUĞU CUMHURİYETİ KİMSE YIKAMAZ. O İŞ O KADAR KOLAY DEĞİL. BU ÜLKE SAHİPSİZ DEĞİL.

Hah hah hah haaaaaaa.

Geçelim. 


Hatta bırakalım Atatürk’ü, aklın yolunu bulalım. Namus, onur ve dürüstlük ekseninde yapalım irdelememizi, hatta daha da demode ama faydalı bir yöntem seçip, dini inançlar ile yorumlayalım halimizi. Buraya yazmayacağım, kendimiz düşünüp kendimiz bulalım ama bu işi ben tamamen bugüne kadar hiç düşünmemiş beyinlerimize bırakıyorum.

Zira dedim ya zinhar umudum yok.

Ve diyorum ki; yüce Allah bana imkan tanırsa, yardım ederse (ki ondan başka dayanağım yok bu iş için) ilk fırsatta bu ülkeden gideceğim. Bu çok geç alınmış bir karardır. Allah benim cezamı versin!

Bu memlekette büyük şehirlerden kaçmak, hadi daha kibar olalım; yaşamımızın ikinci yarısını daha sakin bir yerde geçirmek düşüncesi “uygulanamayacak bir proje” haline dönüşmüştür. En basitinden SAKİN ŞEHİR diye uluslararası kurumlarca sertifikalandırılmış yerlerimiz bile talan edilmeye, çevre felaketlerine dönüşecek uygulamalara maruz kalmaya devam etmektedir. Tertemiz yerlerimiz, madenler, siyanürler, kimyasallar, endüstriyel atıklar, betonlaşma, balık çiftlikleri, limanlar, tersaneler, HES’ler, taş ocakları ile ışık hızıyla kirletilmektedir. Bundan on yıl önce aşık olduğumuz, İzmir Yarımadası, Kaz Dağları, Foça, Ayvalık, Kaçkarlar, Ayder’ler, Küre Dağları, Toroslar, Gökova cennetleri, muhteşem kıyılar, Adrasan’lar, Olimpos’lar, Kayaköy’ler, Doğu Anadolu yaylaları, İç Anadolu bozkır ve otlakları, Yalova, Orhangazi, Pamukova artık birer yarı ölüdür. Geri dönüşümsüz tahribat, en azılı kanserden bile daha vahim bir irade ile ilerlemektedir.  Daha fazla yazamıyorum, içim şişiyor.

Memleketimiz ölmek üzeredir. İçilecek su, yüzülecek deniz, şırıltısı dinlenecek dere, sahilinde dinleneceğiniz göl, ağaçlarının altında yürüyeceğiniz orman kalmamıştır. Karadeniz bile kurumuştur. Marmara toz duman içindedir, Ege-Akdeniz cayır cayır yanmaktadır. Doğu her türlü karışık ve Güneydoğu ise zaten bizden çıkmıştır.

İşte bu ahval içinde bu ülkede yaşamak için en ufak bir hevesim, beklentim, isteğim kalmamıştır. Bu ülke ancak TURİST olarak güzel olabilir, o da ne kaldıysa tabii! Yukarıda saydığım yerlerin bırakın 40-50, 20-30 yıl öncesini 10 yıl öncesini bilenler bile şu an bir güzellik bulup görememektedir. Bir harika keşfedip yaşayamamaktadır. Bulduğunuz en ucra köşe; çok fazla değil 2-3 yıl içinde, bir hafriyat kamyonunun ilk istilası ile anında tüketilmekte, sürekli kaçacak delik aramak gerekmektedir.

“Ülkemizin gelişmesini istemeyen” diye özetlenen ve sadece embesillerin savunduğu bu saçma fikrin hedefinde biri gibi görünebilirim. Ben esas itibariyle çok farklıyım. Aldığım teknik eğitim gereği, ülkemizin sanayi, üretim ve inşaat sektöründe çok ilerilere gitmesini destekleyen, buna mutlak karşı olmayan biriyim. Ancak şuursuzluk, cehalet, satılmışlık, kültürsüzlük, bilgisizlik; bu süreci son derece olumsuz etkilemektedir. Yine UYGARLIK’ı batının tekelinde görmeyen, Batı özentisi içinde olmayan ve hatta bu kültürü son derece kibirli bulup, feodalite ve ırkçılıktan beslenen sosyal argümanlarını da red eden biriyim. Kısacası ülkemizin gelişmesini en çok isteyen ve destekleyen bir insanım. Ancak bu yapılanlarla, bu yöntemlerle bunların başarılamayacağını da görebilecek ve analiz edecek kadar bilgili, mantıklı, akıl yürüten, şuurlu bir bireyim. Öyle her söylenene inanıp da bir köşede rahatıma bakmayı asla tercih etmem. Ne embesilim ne de PARAKOLİK’im.

Tüm bunların ötesinde, sosyal kirlenme daha da acıklıdır. Uyuşturucu kullanım yaşı 9’a inmiş, ahlaksızlık ve edepsizlik tavan yapmış, gencecik kız çocukları bedenlerini satar hale gelmiş, kadın cinayetleri ödüle layık halde olup, çıkar ve para uğruna tüm değerler yitirilmiştir. Dincilik, toplumu bütünüyle zehirlemiş, artık çişini yaparken bile Kuran’da bunun üslubunu arayan, nefes almayı dinsel saçmalıklarla açıklayan zavallı bir inançsızlık modeline geçilmiştir. Cahil cühela toplum, abuk subuk şeylerden medet umar hale getirilmiş, yobazlığın ve safsatanın geldiği mertebe, bırakınız ortaçağ, ilkçağdaki durumu bile yana yakıla aratmaktadır. Bu da ülkeyi yaşanamaz hale getiren diğer önemli faktördür.

Benim bu yazım, yurttaşlarıma yolladığım acıklı bir mektubumdur. Gelecek nesillere bir mektubumdur. Arkadaşlarıma, aileme mektubumdur. Fiziken olmasa da zihinsel anlamda VEDA mektubumdur. Esas itibariyle bir yakarıştır, yalvarıştır.

Ama ne anlayan var ne de kendine gelen var… acılar içinde bekliyorum ve fırsatını yakaladığımda da gidiyorum. Bu topraklar mutluluğun adresi olmaktan çıkmıştır, ne inanç, ne insanlık, ne vicdan kalmıştır. Rezillik ve kepazelik gırtlak boyudur ve gidecek yer de kalmamıştır. Çare terk etmektir, geride kalanlar tepe tepe kullansın ve içine en zehirli şekilde etmeye devam etsin.

Mekan SİZİNDİR!


2 yorum:

  1. Zeynep.. çok doğru. Ama benim en büyük korkumdur bu topraklara hasret, başka bir yerde ölmek.. Nasıl yaparım? Mümkün olsa da ..nasıl yaparım? Ben daha kapıyı dışarı çıktığım gün ölmeliyim.. Ama burda da, gözümün önünde ırzına geçilirken ülkemin-nasıl yaşarım?

    YanıtlaSil
  2. aynen tatlım... bu bir paradoks ama tanık olmak büyük acı... uzaktan özlemek daha saygın! Nazım'ı düşün mesela... özlem sevgi demek...

    YanıtlaSil